13 Ocak 2020 İtalya Başbakanı Giuseppe Conte Ankara’ya gelecek, konu Libya’daki iç savaşta ateşkes için arabuluculuk yapmak. Geçen hafta da İtalya Dışişleri Bakanı Di Maio gelmişti. Konu Libya ve arabuluculuk ve bana bir gülme geliyor. Anam Conte’nin zaten epi topu 2 yıllık politika tecrübesi var, o kim arabuluculuk kim diyeceğim ama tabii konu öyle değil. Hoş, daha geçen hafta gaf yaptı. Sen açık açık Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümetini (yani Sarraj’ın tarafı) desteklerken git Roma’da hem Sarraj’ı hem de Hafter’i aynı anda ağırlayıp arabuluculuk yapmaya çalış. Tabii bunu öğrenen Sarraj son anda Roma’ya gelmekten vazgeçmiş. Neyse arabuluculuk yapayım derken umarım dünya savaşı çıkartmaz.
İtalya Başbakanı Giuseppe Conte ve muhalif lider Hafter İtalya Başbakanı Giuseppe Conte ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İtalya Başbakanı Giuseppe Conte ve Libya lideri Fayez al-Sarraj
Libya İtalya için neden önemli? Gelin biraz tarihe gözatalım. Yazının bundan sonraki bölümünü Doç. Dr. Nurettin CEVİZ’in Libya Tarihine Kısa Bir Bakış yazısından derledim, tamamını buradan okuyabilirsiniz. 1878’de Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya yenilmesi ve arkasından Tunus’un Fransa (1881), Mısır’ın da İngiltere (1882) tarafından işgali, Afrika’nın tamamıyla paylaşılması pazarlıkları çerçevesinde Libya’nın talipleri arasında yeni tartışmalara yol açtı. Osmanlı Devleti’nin topraklarından, İngiltere ve Fransa’nın dışında pay almak isteyen üçüncü bir Avrupa Devleti, ilk defa 18 Haziran 1878’de toplanan Berlin Kongresi’nde devreye girmiştir. 1869’dan itibaren İtalyan Krallığı, Libya’yı eski Roma İmparatorluğu’nun Mare Nostrum’u (kendi denizi) ve Akdeniz’i de doğal bir gelişme alanı saymıştır. Bunun üzerine İtalyanlar, zaten kendi jeopolitik çevreleri içindeki Trablusgarp ve Bingazi ile ticarî ve kültürel bakımlardan yakından ilgilenmişler, buralarda dinî misyonerlerin yönettiği hastaneler ve okulların yanısıra ayrıca bankalar ve ticarethaneler açmışlar ve kapitülasyon imtiyazlarından faydalanarak ülkenin her tarafındaki etkilerini artırmaya çalışmışlardır. Şehirlerde Arap gençleri, Türkçe’den daha büyük kolaylıklarla İtalyanca öğrenmekte ve İtalyan hayat tarzını daha çekici bulmaktaydılar. Sonuçta Libya, sahillerinden itibaren 29 Eylül 1911’de İtalyanlar tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde İtalya, çok kan dökmesine rağmen Libya’nın ancak sahil kesimlerinde tam anlamıyla hakim durumdadır ve toplam 80.000 askeri vardır. Bundan sonraki İtalyan tutumunu yansıtan bazı kritik olaylar şunlardır. 1919’da İtalyan Hükumetiyle Trabluslu direnişçilerin yaptığı anlaşmaya göre yeni bir Anayasa hazırlanıyordu. Buna göre Trablus halkına yeni bir meclis, İtalyan vatandaşlığı ve vergilerden muafiyet gibi bazı imtiyazlar tanınıyordu. Bu arada Bingazi bölgesi ayrı bir idarî yapılanmaya götürülüyordu. Anayasa vadiyle İtalyan egemenliği dayatılıyordu ama, İdris es-Senûsî başkanlığındaki ileri gelenler, bunu kabul etmeyeceklerini bildiren bir beyanname yayınlandılar. 1922 Ekiminde Mussolini’nin iktidara geçisiyle birlikte İtalyanların Libya’ya karşı tutumları daha sertleşmiştir. 1932’ye kadar Libyalı mücahitlerin verdiği mücadele umutsuz bir çetecilik, bir yıpratma ve yıldırma savaşı niteliğinde geçmiştir. 1911’den beri süren bu şerefli mücadelede Ömer Muhtar müstesna bir yere sahiptir. 73 yaşındaki Ömer Muhtar, Libya’nın doğusunda girdiği bir çatışmada yaralanması sonrası İtalyanlar tarafından yakalandı ve Bingazi yakınlarındaki Suluk’da 1931 yılının Eylül ayında asılarak idam edildi.

İlginç bir nokta da, İtalyan askerlerinin baskınları esnasında, iklim şartlarına daha alışkın olan Eritreli (Habeşistan) askerleri de Libyalılara karşı kullanmalarıdır. Diğer yandan Habeşistan’a saldırırken de Libya’dan topladıkları askerleri savaştırıyorlardı. İtalyanlar, her iki cephede de Bedevî savaşçılara karşı, askeri taktik kurallarına göre hareketlerde bulunmanın boşluğunu bir ölçüde böylece öğrenmiş ve kapatmış oluyorlardı. İtalyanlar Libya’da iç harbin bittiğini 1932’de kayda geçirmişlerdir. Bundan sonra İtalyanların Libya’yı kolonileştirme faaliyetleri büyük bir hızla başlamıştır. Aslında, karaya çıktıkları günden itibaren İtalyanların ilk işi toprak rejimine el koymak olmuştur. İlk İtalyan ziraî kolonileri de Osmanlı ve yerli mücahitlerin kurşunları altında kurulmuştur. Mussolini’ye kadar Trablusgarp ve Bingazi Osmanlı zamanındaki gibi yönetilirken Mussolini’den sonra durum değişmiş ve bu şehirler, İtalyan Sömürgeler Bakanlığı’nca atanan valilerce yönetilmeye başlanmıştı. Böylece her türlü kolonizasyon ile ilgili yönetmelik ve talimatlar yayınlamak kolaylaşmıştır. Göçebe ve bedevî halka karşı etkisizleştirme politikası uygulanıyordu. Nüfus cüzdanı verilerek kontrol altına alınıyorlar, ellerindeki silahlar toplanıyordu. Verimli arazilerden kovuluyorlar, verimsiz kısımlarda iskâna mecbur ediliyorlardı. Bunların sonucunda sadece Bingazi bölgesinden 20.000 kadar Libyalı Mısır, Sudan ve Orta Afrika’ya göç etmek zorunda kalmıştır. İtalyanca’nın Libya’da yaygınlaştırılması için de çaba sarfediliyordu. Yerli halk için eski usul okullar devam ederken diğer yandan, karma okullarda İtalyan dili ve kültürü de öğretiliyor ama, kabiliyetli müslüman çocukları orta sınıflara gelince, olgunlaşmış sayılarak tasdikname ile okuldan uzaklaştırılıyor, böylece onların İtalyanlarla aynı bilgi ve birikim seviyesine gelmelerine izin verilmiyordu. Araplara sadece hademelik, odacılık ve kapıcılık ya da alt seviyede memurluklar verilmiştir. Bunun bir sonucu olarak İngilizlerce işgal edilen Bingazi ve Trablus’ta (1943), yerli idare için gerekli yetişmiş unsur bulmakta zorluk çekilmiştir. Bağımsızlığın verildiği 1951’de yüksek öğretim görmüş Libyalı bir mühendis, bir doktor, dişçi ya da eczacı yoktu. İtalyan işgalinin en önemli sonuçlarından biri, Libya topraklarına İtalyanların yerleştirilmesi idi. Ya gruplar halinde doğrudan göçmenler getirilerek kendilerine topraklar veriliyordu ya da kendisine toprağı işleme yetkisi verilen İtalyan şirketleri aracılığıyla göçmenler getiriliyordu.

İkinci Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde (1940), Habeşistan’ın tamamiyle İtalya’nın elinde olmasının işi ağırlaştırması sebebiyle, Libya’nın coğrafî ve stratejik durumu çok önemli bir rol oynamıştır. Savaş öncesinde İtalya’nın Habeşistan’da yüz otuz bin, Libya’da ise yüz altmış bin kişilik hazır kuvveti bulunuyordu. İngilizlerin Arap ve Mısırlı halk arasında savaşacak yüz bin kişilik bir ordusu vardı. Ancak İtalya’nın bu güçle orantılı bir cesareti gösterememesi ve İngilizlerin Habeşistan’daki yurtseverleri de iyi örgütlemesi başta olmak üzere -burada ayrıntısına giremeyeceğimiz- bir çok sebepten dolayı İngilizler Libya’nın bazı bölgelerine Fransızlar da Fizan istikametine doğru harekete geçerek Libya’yı ele geçirmeye başlamışlardır. 1943’te Seyyid İdris es-Senûsî Bingazi’ye halkın coşkun gösterileri arasında girmiştir. 1949’da İngilizlerin davetiyle bir Anayasa hazırlanmıştır. Sivil İtalyan kolonisinin ülkeden tamamen çekilmesi 1950 yılına kadar devam etmiştir. 1950’de Birleşmiş Milletler Libya’nın müstakil bir devlet olarak teşkilatlandırılması kararını almış, 7 Ekim 1951’de Libya Birleşik Krallığı’nın anayasası kabul edilmiş, 27 Kasım 1951’de de Birleşmiş Milletler Libya’nın bağımsızlığını ilân etmiştir.

Bundan sonra atlayalım 2008 yılına, Kaddafi’nin Roma’nın göbeğinde çadır kurduğu yıllar. Dönemin başbakanı Berlusconi sömürge döneminde İtalya’nın Libya’ya verdiği zarardan ötürü; Libya’dan özür dilemişti. Berlusconi ve Kaddafi, İtalya’nın Libya’ya beş milyar dolar tazminat ödemesini öngören bir anlaşma imzalamıştı. Hatta 2010 yılında Berlusconi Kaddafi’nin elini bile öpmüştü.

Neyse, sonuçta Libya sadece İtalya için değil çıkan petrolden dolayı herkesin ağzının suyunun aktığı ve bu nedenle burnu moktan kurtulamayan bir ülke. 2011 yılında Kaddafi’nin devrilmesinden beri Libya iç savaş yaşıyor. BM efenim ateşkes istiyormuş, siviller ölüyormuş mışmışmış (aynı BM 1994 yılında Ruanda’da 100 gün boyunda 800 bin insan katledilirken karşılarında bir çekirdek çitlemediği kalmıştı). Neyse, İtalya neden arada? Yıllardır Libya, daha doğrusu Trablusgarb üzerinde hakimiyet kurmaya çalışıyor ama hiçbir zaman tam hakimiyet kuramadı. Libya’da petrolün çıkartma hakkı Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti, yani Fayez el Sarraj’ın yönetiminde, İtalya’da bu tarafın destekçisi. Ayrıca Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Türkiye ve Katar da meşru olan Sarraj’ı destekliyor. Onun dışında herkes (ABD, Rusya, Fransa, BAE, Rusya ve Suudi Arabistan) Hafter’e bağlı Libya Ulusal Ordusu’nu destekliyor. Hafter petrolü kafasına göre kaçak çıkartıyor ve onu destekleyen ülkelere satıyor. Konu da petrol olunca nedense herkes bir birleşiyor, din falan unutuluyor. Ayrıca Hafter ABD vatandaşı. Türkiye Sarraj’ı desteklemek için asker gönderiyor, İtalya da Sarraj’a askeri destek çıkıyor. Cuseppe Başgan da RTE’ı asker yollamaması için ikna ederken Hafter’i ateşkese ikna edecek, hadi inşallah. Dünya çok salak bir yer, umarım şu petrol denen şey çok yakında biter de bu delilerin savaşacak bir amaçları kalmaz. tabii başka şey bulurlar ama en azından petrol çıkan ülkelerdeki masum insanlar rahat eder. Ancak tabii savaşmak için bahane bulmak kolay, petrol bitince temiz su için savaşılacak. Resmen bıktık!
